JOKER — SPOILER’LI İNCELEME. NELER YAŞANDI, NELER YAŞANMADI?

Emre Can Duygulu
8 min readOct 8, 2019

Lisede birçok Batman çizgi romanı okumuş biri olarak Joker filmi açıklandığında pek de heyecanlanmamıştım açıkçası. DC rezalet ötesi filmleri birer birer çıkardığı için olabilir bu. Ancak fragmandan sonra bayağı heyecanlandım. Fragmandan bile çok farklı bir şey izleyeceğimiz belliydi. Killing Joke tarzı bir Joker hikayesi izleyeceğimizi düşünmüştüm ama yanılmışım.

BİZ NE İZLEDİK?

Joker’in kimliğini açıklayarak cesur bir hamle yapmışlar. Arthur Fleck ismindeki karakterimizin nasıl Joker’e dönüştüğünü izliyoruz film boyunca. Arthur, Pseudobulbar isimli bir medikal duruma sahip. Gülüşünü kontrol edemiyor. Annesi Penny ile beraber yaşıyor. Maddi durumlar iyi değil ve kendisi palyaço olarak iş yapıyor. Aynı zamanda kahramanı Murray Franklin gibi bir gün komedyen olmak istiyor. Bir işi sonrası saldırıya uğradığı için, çalışan arkadaşı Arthur’a bir silah veriyor. Silah sayesinde film çok başka bir yere gidiyor. Bundan sonra yaşanan her şey silahın yol açtığı olaylar zincirinin birer ögesi.

Bir sonraki işinde (hastanedeki çocuklara gösteri yapıyor) silahını düşürdüğü için kovuluyor. Bu sahnede gerilim, korku ve mizahın harmanlanışı çok ustaca yapılmış ve sadece bu sahnede de yapılmamış, çalışanların evini ziyarete geldiğinde de cüceyle arasındaki etkileşimde bunu çok net bir şekilde görüyoruz. Kovulduktan sonra bindiği trende de 3 kişiyi bu silahla öldürüyor. Hatta sonuncuyu kovalıyor ve yerde yatmasına rağmen 3–4 el ateş ediyor. Bu olay Gotham şehrinin gündemini çok meşgul ediyor. Bu esnada Thomas Wayne (mayor’un Türkçe anlamını bilmediğim için belediye başkanı diyeceğim) belediye başkanlığına aday ve çıktığı bir televizyon kanalında bu konuyla alakalı düşüncelerini belirtiyor. Fakir kesimi aşağılayarak onlara “clown” diyor. Gotham şehrinin büyük kısmı fakir olduğu için bu şehirde büyük bir etki yaratıyor. Halk “clown” kimliğini benimsemeye başlıyor. Arthur şehrin kendisini nasıl benimsediğini görünce mutlu oluyor, televizyonda kendisinin yaptığı bir şeyin etki uyandırması, onun o zamana kadar tatmin edilmeyen egosunu ilk kez tatmin etmiş oluyor. İlk kez insanların ilgisini çekmeyi başarıyor. Özgüveni olan Arthur, komşusuyla bir buluşmaya çıkıyor hatta onu stand-up şovuna davet ediyor. Stand-up şovu kötü başlasa da sonradan Arthur’un konuşmasını değil de kalabalığın Arthur’un söylediklerine güldüğünü duyuyoruz. Kahramanı olan Murray bu stand-up şovundan klibi televizyonda yayınlayarak Arthur’la dalga geçiyor. Ardından Murray’in şovuna çağrılıyor.

Arthur, annesinin Thomas Wayne’e göndermek istediği mektubu okuyunca babasının Thomas Wayne olduğunu öğreniyor. Mektupta annesinin “sana ihtiyacımız var, tek umudum sensin” tarzı şeyler yazdığını gören Arthur kızgın küpe dönüyor. Annesine bakma çabasının boşa olduğunu idrak etmiş oluyor. Filmin başlarında Murray ile konuştuğunu hayal ettiği sahnede annesiyle yaşamasından, annesine bakmasından bahsederek içten içe bundan gurur duyduğunu görüyoruz. Hatta kalabalığın tepkisiyle bu gözümüze sokulmuş. Babasının bir Wayne olduğunu öğrenen Arthur doğruca Wayne malikanesine gidiyor. Buradaki Bruce Wayne ve Alfred sahnesini saçma buluyorum. Sadece “fan servisi” yapmak için Batman’in çocukluğunu göstermişler. Eski asker olan Alfred ise Arthur tarafından boğazlanıyor. Wayne’leri kötü göstermek için yapılabilecek her şey yapılmış. Gerek Thomas Wayne’in demeçleri gerek ise Alfred’in Arthur’a söyledikleri ile Wayne’leri izleyiciler olarak sevmiyoruz. Sinema salonuna çok kolay bir şekilde sızan Arthur burada Thomas Wayne ile konuşuyor. Thomas Wayne ona annesinin deli olduğunu, kendisinin babası olmadığını, evlatlık olduğunu söylüyor ve Arthur’a yumruk atıyor bir tane. Arkham’a giden Arthur orada çocukken annesi ve babası tarafından şiddet gördüğünü, annesinin aslında mental sorunu olduğunu öğreniyor.

Hastanede annesini boğarak öldüren Arthur’un kimliği değişiyor. Bir Wayne, ya da bir Fleck değil artık. Çocukken evlatlık edinilen, isimsiz birisi. Evin salonunda şova gittiğinde ne yapacağını planlıyor. Son bir knock knock esprisi yapıp kendini öldürmeye, ölümünün yaşamından daha mantıklı olduğuna karar veriyor. Daha önceden yavaş yavaş ve üzgün bir şekilde çıktığı merdivenlerden bu sefer dans ederek iniyor. Merdivenden çıktığı sahnelerde hava hep kapalıydı ama inerken gün ışığı bizi kör ediyor neredeyse. İşlediği cinayetten sonra küçük bir tuvalette yaptığı bale ile bu dansı karşılaştırdığımızda Joker’in artık özgür birisi olduğunu ve tasmasının çıktığını görebiliyoruz. Joker ismiyle sahneye çağrılmak istemesi ise kimliğini Joker olarak benimsemesinin son aşaması. Perde açılıyor ve Gotham Joker’le tanışıyor. Gösterişli bir şekilde sahneye giriş yapan Joker’den Murray bir şaka yapmasını istiyor. Burada Joker işlediği cinayeti itiraf ediyor. Film boyunca ilk kez Joker’in düşüncelerinin dışa vurumuna tanıklık ediyoruz. İnsanların ona karşı olan tutumundan ve adiliklerinden bahsediyor. Clown’lar fark edilecek mesajı veriyor. Murray konuyu kapatmaya çalışırken bitirişini rol modelini öldürerek yapıyor. Bu sırada Gotham çığrından çıkıyor. Şehirde isyan başlıyor. Bu isyan sırasında palyaço maskeli biri tarafından Thomas ve Martha Wayne vuruluyor. Küçük Batman’imizin suratına annesinin kanı geliyor ama buna rağmen Zack Snyder’in sahnesi kadar iyi bir sahne izleyemiyoruz. Polis tarafından kelepçelenen Joker’i isyancılar kurtarıyor. Çevresindeki insanlardan sevgi gören Joker belki de hayatında ilk kez “mutlu” oluyor. Filmin son sahnesinde Arkham olduğunu düşündüğüm yere kapatılan Joker’in terapistle olan seansını izliyoruz. Terapisti öldüren Joker odadan çıkıyor ve koridordaki görevliden kaçmaya başlıyor ve filmimiz burada bitiyor.

PEKİ BUNLARIN HEPSİ GERÇEKTEN YAŞANDI MI?

Bazı şeylerin yaşanıp yaşanmadığı son sahne ile insanı biraz düşünmeye itiyor. Bir kaç örnek vermek gerekirse, Arthur Arkham’dan hiç çıktı mı ya da şehirdeki isyanın sembolü oldu mu ya da Murray’in şovuna gitti mi? Daha önceden social worker ile konuştuğunda eskiden hapiste olduğu günleri özlediğini söylemişti ve araya çok küçük bir sahne girmişti. Bu sahnede üstünde beyaz bir üniforma var ve son sahnedeki odanın içinde. Kapıya kafa atıyor ve sahne bitiyor. Yaşananların hepsi aslında son sahnede Arthur’un aklıma bir fıkra gelmişti dediğinde hayal ettiği şeyler mi?

Social worker ile konuştuğu sahne ve son sahne arasındaki benzerlik ise göz ardı edinmeyecek kadar fazla. Aktrist birbirine çok benzer. Aktristin ırkı aynı, giyim tarzları aynı, konuşma şekilleri aynı, son sahnedeki hanımefendinin saçında beyazlık olmasa ben aynı kişi olmadıklarını anlayamazdım bile. Bunun dışında kamera açıları, Arthur’la kadınların odadaki yerleri, konuşma tarzları her iki sahnede de birbirine çok benziyor.

Arthur’un eve geldiği ilk sahnede Murray’in şovunun içine girdiği fantezi dünyasını izliyoruz. Gerçek ile fantezi arasında net bir sahne geçişi olmadığı için ilk başta bunun bir anı olabileceğini ya da geleceğe atladığımızı düşündüm en başta. Arthur ve Murray konuştukça bu olayın yaşanmadığını anladım. Patronundan fırça yedikten sonra onu çöplükte döverek öldürdüğünü hayal ettiği sahne ile film bize “gözlerini iyi açarak izle” mesajını verdi. Film bize bu mesajı vermesine rağmen net bir şekilde hangi sahnelerin hayal, hangi sahnelerin gerçek olduğunu ipuçları vererek saklıyor. Sophie’yi ilk kez gördüğümüz asansör sahnesinde Arthur, geç bir şekilde cevap vererek ikilinin arasında garip bir durum yaratıyor. Arthur, Sophie’yi takip etmeye başlıyor. Bunu anlayan Sophie çok ilginç bir şekilde bundan rahatsızlık duymuyor hatta bu onun hoşuna gidiyor ve ikili sonra buluşma ayarlıyor. Arthur, annesi ve babasıyla ilgili gerçekleri öğrendikten sonra destek almak için Sophie’nin dairesine gidiyor. Sophie ise onu tanımıyor ve çıkmasını istiyor. Arthur aslında Sophie için koridorun sonundaki adammış. Bunu öğrendikten sonra artık filmdeki olaylara şüpheyle yaklaşmaya başlıyoruz ve geçmişteki olayların da yaşanıp yaşanmadığını anlamaya çalışıyoruz. Sophie’yle birlikte annesinin hastane odasındayken Sophie, kahve almak için odadan çıkıyor ve bu esnada Murray’in şovu başlıyor. Murray, Arthur’un klibini göstererek onunla dalga geçiyor. Bu sahnede fantezi elementi olan Sophie odada değil ve Arthur gerçeklikle yüzleşiyor.

Arthur’un çevresindeki insanların tepkileri, hayal ile gerçeği ayırt etmemize yarayan bir araç. Arthur’un fantezilerinde çevresindeki insanlar onu bir kahraman olarak görüyor. Gerçekte ise kimsenin umrunda olmayan pataklanan, gülünen, dalga geçilen birisi. Buna en iyi örnek ise stand-up sahnesi. Stand-up yaptığı sahneyi ilk izleyişimizde izleyicilerin kahkaha attığını duyuyoruz. Murray klibi izlettiğinde ise kimse Arthur’un şakalarına gülmüyor. İnsanlar Arthur’dan rahatsız oluyor, özellikle gülüşünden. Tıpkı filmin başlarında olan otobüs sahnesindeki siyahi anne gibi ya da trendeki 3 adam gibi. Muhtemelen en çok kafa karıştıran kısım ise Murray’i gerçekten öldürüp öldürmediği. Odasında sahneye nasıl gireceğini, nasıl oturacağını, neler söyleyeceğini prova etmişti. Sahneye adım attığında ise prova ettiğinden çok farklı biri vardı. Bunun sebebi ise prova yaptığında Arthur, sahneye çıktığında Joker olduğu içindi. Murray’i öldürdükten sonra diğer canlı yayınları da görebildiğimiz bir perspektife geçiyoruz ve böylece Murray’in gerçekten de öldüğünü anlamış oluyoruz. Çünkü bu esnada Arthur’un hayal dünyasında olmamız pek de mümkün değil gibi.

Belediye bütçe kesintisi yaptığı için artık ilaçlarını almayan bir Arthur’u izlediğimizi de hatırlatmakta fayda var. Hikayenin çoğu bu sahneden sonra geçiyor. Gazetelerin manşetine kocaman “ZENGİNİ ÖLDÜR” yazılması, stand-up yapması, Murray’in şovuna çıkması, kolayca sinema salonuna girip Thomas Wayne ile konuşması, polislerden kurtulması, şehirdeki ayaklanmanın sembolü olması, bunların hepsi ilaçlarını alamadıktan sonra oluşan hadiseler. O yüzden bence net bir şey söylemek mümkün değil. İzleyicilerin bu olayları nasıl yorumladığına bağlı. Bu filmden herkes farklı bir gerçeklik yaratabilir. Bana kalırsa Arthur’a insanların ilgi gösterdiği ya da Arthur’u onayladığı hiçbir şey gerçekten de yaşanmadı. Örneğin polislerden kurtulduğu ve isyancıların çevresinde toplandığı sahne gerçekten yaşanmadı. Arthur’un insanlardan onay alamadığı ya da insanların Arthur’a kötü davrandığı her sahne gerçekten de yaşandı. Örneğin annesinin mektubu ya da sahnedeyken izleyiciler tarafından yuhalanması.

HEATH LEDGER MI YOKSA JOAQIN PHOENIX Mİ?

Joaqin Phoenix son zamanlarda gördüğüm en iyi oyunculuk performanslarından birini sergilemiş. 2 saatlik muhteşem bir Joker izledim. Heath Ledger’ın Joker’inin tabi ki de bu kadar süresi yoktu ancak onun Joker karakterinin içi daha doluydu. Her sahnede bir mesaj veriyordu. Bu filmde ise Joker’in içi biraz boş kalmış. Murray’i öldürmeden önce yaklaşık 1 dakikalık kısa bir tiratı var onun dışında herhangi bir mesaj vermiyor. Film genel olarak sistem eleştirisi dolu olsa da bu eleştiriyi Joker yapmıyor. Heath Ledger’ın Joker’i çok zekiydi, manipülasyon yapıyordu ve çok iyi planları vardı. Joaqin’de ise bu özellikler yoktu, hatta aşırı plansızdı. Bu bir artı mı eksi mi bilmiyorum ama, filmde Batman yoktu. Her ne kadar çok etkileyici bir Joker izlemiş olsam da ben hala Heath Ledger’ın Joker’inin şu ana kadarki en iyi Joker olduğunu düşünüyorum. Lisedeyken 100 kere The Dark Knight izlememin bu kararımda kesinlikle ve kesinlikle bir etkisi yok.

ALT BAŞLIKLARDA SORU SORMAYA DEVAM EDECEK MİYİM?

Öncelikle Joaqin Phoenix’in oyunculuğundan çok kısa bahsettiğim için utanç duyuyorum. Sabah’ta çalışsaydım “JOAQIN PHOENIX OSCAR’A GÖZ KIRPTI” diye manşet atardım. Bir kaç Hollywood klişesi hariç çok güzel bir filmdi. Bu klişeler de göze çok batacak tarzda klişeler değildi ancak dile getirmek istedim. İzlerken bir kere bile çizgi roman filmi izliyorum hissiyatına kapılmadım. Atlanta dizisindeki oyuncuları görmek de Childish Gambino fanı olarak beni mutlu etti açıkcası. Sonuç olarak çok güzel bir filmdi. Son yıllarda izlediğim en iyi filmlerden biri diyebilirim. Sadece bir sorum var, filmin başında 3–4 kere farelerden bahsedildi ve ben bir yerde dahil olacaklar sandım. EYYYY TODD PHILLIPS, SÜPER FARELERE NE OLDU?

--

--